...civardaki bir köyden, güçsüz, ihtiyar bir karı-koca sıkça bu mezarı ziyaret ederler. bu iki ihtiyar, birbirlerine yaslanarak, zayıf adımlarla yürürler. demir korkuluğa sokularak, yere kapanır, sonra diz çökerler. uzun uzun, kederle, acıyla ağlarlar. altında oğullarının yatmakta olduğu suskun taşa, uzun uzun, sevgiyle bakarlar. birbirlerine kısacık birkaç söz söyler, taşın üstündeki tozları alırlar. çamların dallarını düzeltir, tekrar tekrar dua ederler. kendilerini oğullarına, onun anılarına daha yakın hissetikleri bu mezardan bir türlü ayrılamazlar... dualarının, gözyaşlarının boşa gitmesi mümkün mü? kutsal bir sevginin, özverili bir sevginin engin bir gücü olmaması mümkün mü? ah, hayır! bir mezarda gömülü olan kalp ne kadar tutkulu, ne kadar günah işlemiş, ne kadar asi olursa olsun, üstünde yeşeren çiçekler bize, masum gözleriyle, sakince bakarlar... bu çiçekler bize, yalnız sonsuz hareketsizliği, her şeye ilgisiz olan o büyük hareketsizliği anlatmazlar; onlar bize aynı zamanda sonsuz bir anlaşmayı ve ebedî bir hayatı da anlatırlar...
-ağustos 1861-
(tanıtım bülteninden)