“anlatsana hikâyesini mari” dedim. o şiirin gerisini, dizelerin arasını dinlemenin benim için nasıl da değeri biçilmez bir armağan olduğunu hissetti. gizli vasiyetini açıklar gibi, büyük sırrını paylaşır gibi, en leziz meyveyi tane tane yedirir gibi anlattı. “o deyiş çorlu gezisinden yadigâr. bir gün iskilip kasabasında çalışırken çocuklar etrafını sarmış. o da oyalansınlar, kendisini de rahat bıraksınlar diye çocukların eline kâğıt kalem tutuşturmuş, ‘bildiğiniz ne kadar meyve ismi varsa yazın’ demiş. oralar bereketli yerler, çocuklar yazdıkça yazmış. sırf üzüm çeşitleri bile bir sayfa tutmuş. ‘çatal kara’ da onlardan biri. yer yer mora çalan kuzgunî bir salkımmış. diline doladı bir kere. gözlerime, saçlarıma yakıştırdı. ‘çatal karam’ dedi durdu bana. sonra da o şiir geldi...”
hastane odasının çiğ boşluğunda bedri’nin sesi yankılandı, sevdiği kadın için son kez söyledi şiirini.
karadutum, çatal karam, çingenem
nar tanem, nur tanem, bir tanem
ağaç isem dalımsın salkım saçak
petek isem balımsın ağulum
günahımsın, vebalimsin.
dili mercan, dizi mercan, dişi mercan
yoluna bir can koyduğum
gökte ararken yerde bulduğum
karadutum, çatal karam, çingenem
daha nem olacaktın bir tanem
gülen ayvam, ağlayan narımsın
kadınım, kısrağım, karımsın.
(bkz:
sayfa 48)