butimar

Durum: 32 - 0 - 0 - 0 - 30.04.2018 09:43

Puan: 209 - öğrenci

7 yıl önce kayıt oldu. 1.Nesil Yazar.

Henüz bio girmemiş.
  • /
  • 4

barfi

bir bollywood yapımı. konusuna gelecek olursak.küçük yaşta annesini kaybeden ve babası tarafından yetiştirilen barfi, sağır ve dilsiz olarak doğmuş; ancak hayat dolu ve son derece pozitif biri olarak büyümüştür. aynı zamanda bir hayli haylaz bir genç olan barfi'nin başı sık sık derde girmektedir. yaşadığı şehre taşınan shruti ghosh isimli genç kadınla tanıştığında ise daha önce hiç karşılaşmadığı duygularla tanışmaya başlar. barfi, üç ay içerisinde başka biriyle evlenecek olan shruti'ye ilk görüşte vurulur, shruti de zamanla ona karşı bir şeyler hissetmeye başlar. ancak ortada büyük bir sorun vardır. shruti, ailesi ve çevresi tarafından büyük tepkilere maruz kalır. ailesi, kızlarının 'normal' biriyle evlenmesini ve 'normal' bir hayat sürmesini istemektedir ve bu birlikteliğin gerçekleşmesine izin vermeyecektir. yıllar sonra yolları tekrar kesiştiğinde barfi'nin kalbinde başka biri vardır; shruti içinse seçim yapma zamanıdır...
gerek konusu gerek oyunculuklar olarak çok güzel bir film. duygu yüklü, yeri geldiğinde ağlatan yeri geldiğinde güldüren bir film. dram, komedi, romantik türunde. iki buçuk saatinizi ayırıp izlerseniz pişman olmazsınız

chennai express

filmmimiz chennai express (aşk treni). bollywood yapımı olan film, aksiyon/romantik türünde ve2 saat 21dk sürüyor. hiç sıkılmayacağınız, yüzünüzden gülümsemenin eksik olmayacağı bir 2 saat 21dk vaat ediyorum size. filmin konusuna gelecek olursak.
rahul (shahrukh khan)40 yaşında mumbai'de yaşayan ve ailesini bir trafik kazasında kaybetmiş bir adamdır. bir gün arkadaşlarının daveti üzerine goa'ya gitmek üzere chennai express'e biner. burada onu büyük bir aşk ve macera beklemektedir. kısaca böyle anlatabiliriz. ben zaten bollywood filmlerini severim ve izlerim. ama bu filmi bollywood filmleriyle ilk kez tanışacaklar için özellikle öneriyorum. çok keyifli bir başlangıç olur sizin için. shahrukh khan ve deepika padukone çok güzel bir ikili olmuşlar. ikisinide çok severim. böyle ikisini bir arada görmek ayrı güzeldi. filmin bazı sahnelerinde kahkahalarla gülmeme sebep oldular. ikisininde oyunculukları harika. birde filmin müzikleride çok hoş açıp açıp dinliyorum ben. sizede tavsiye ederim.

pi'nin yaşamı

filmin adı: pi'nin yaşamı/ life or pi
yönetmen: ang lee
oyuncular: suraj sharma, ırrfan khan, adil hussain 
tür: macera, dram
konusu:
hindistan’dan kanada’ya giden bir yük gemisi, içindeki hemen hemen tüm canlılarla birlikte trajik şekilde batar. bir can kurtaran filikası, uçsuz bucaksız vahşi pasifik
okyanusu'nun ortasında yapayalnız kalır. sandalın hayatta kalmayı başarabilen mürettebatı ise bir sırtlan, kırık bacaklı bir zebra, bir orangutan, richard parker adında üç yüz kiloluk bir bengal kaplanı ve pi adlı 16 yaşında hintli bir çocuktan oluşmaktadır. pi'nin hayvanat bahçesi işleten ve hayvanlarıyla göç yoluna koyulan ailesi, batan gemide yaşamını kaybetmiştir. 
pi, kurtuluş yok gibi görünen bu okyanusta zayıf bir sandalda yanındaki hayvanlarla birlikte hayatta kalma savaşı verir ve keskin zekası ve zooloji bilgisiyle besin zincirine kurban gitmez. ama şimdi bengal kaplanı ile teknede baş başa kalmıştır. dev kaplana yem olmamak için hayvanla anlaşmanın ve yakınlaşmanın yollarını bulur. sıra dışı yolculuk sona ermeden büyülü bir adaya varacaktır. bu filmin sonu beni çok üzmüştü.
not: film bir kitap uyarlaması bende sonradan öğrendim.

otostopçunun galaksi rehberi

otostopçu serisinin ilk kitabı olan otostopçunun galaksi rehberi. kitap mizah, absürdlük ile bilim kurgunun harmanlanmasıyla oluşan yeni bir kategoride yer alıyor. douglas adams'ın bu kült eseri hem öğreten hem eğlendiren bir kitap dizisi. konusu ise şöyle; otostopçunun galaksi rehberini revize eden ford'un yolu küçük mavi- yeşil bir gezegene düşer. orda arthur ile tanışır ve onu dünyanın sonunda kurtarır. tam ölmek üzereyken kendilerini bir uzay gemisinin içinde bulurlar. esas yolculuk şimdi başlamaktadır. otostopçunun galaksi rehberinin ilk sayfasında dediği gibi; paniğe kapılma. acaba arthur ve ford paniğe kapılmadan nasıl bu olayın üstesinden gelicekler. onlar bu olaydan kurtulmaya çalışırken biz bunları okuyup kâh gülüyoruz ve kâh şaşırıyoruz derken kitap bitiyor. bize şu soruyu bırakıyor ve seri boyunca cevabını arayacağımız soru bu olsa gerek. "hayat, evren ve herşey" insanlık bu sorunun cevabını arayadursun ford ve arkadaşları evrenin sonundaki restorantta karınlarını doyuradursun. kitap çok güzel bir kitaptı ben çok beğendim yorumlarım bunlardan ibaret. hala benim gibi bu seriyi okumayan varsa ertelemeyin okuyun. herkes kabalcı basımının kapaklarını çok övüyor ama ben alfakitap ın kapak tasarımını daha çok sevdim. böyle eğlenceli tasarımlar hoşuma gidiyor.
alıntılar:
"zaman bir yanılsamadır. hele öğle vakti iki misli bir yanılsamadır."
"hımm nedir bu zibidi?
zibidi mi? zibidiler yapacak hiçbir şeyi olmayan zengin çocuklarıdır genellikle. henüz yıldızlararası bağlantı kuramamış gezegenler arayarak gezinir ve onlarla kafa bulurlar."

damızlık kızın öyküsü

kitap benim için biraz ağır ilerledi. işledigi konu bakımından hem üzücü hemde korkunç olduğu için biraz ara vererek okudum. kitabın konusuna gelecek olursak; abd hükümeti dağılmış; kendilerine yakup'un oğulları diyen bir grup yönetime el koymuş ve çok kısa bir zaman içinde her şey değişmiş. kadınların paralarına el konulmuş, çalışmaları yasaklanmış, sınıflandırılarak yeni toplumdaki yerlerine dağıtılmışlar. sosyal piramidin tepesindeki grup olan eşler yüksek rütbeli erkeklerle evlenip, ev işlerini idare ediyorlar ve yalnızca mavi elbiseler giyiyorlar. marthalar ev içi hizmetlerde kullanılan, çocuk doğurma yaşını geçmiş ya da kısır olan kadınlardan oluşan grup, yeşil giysiler giyiyorlar. kırmızı uzun elbiseler, kırmızı eldivenler giyen, yüzlerini kırmızı peçeler ve beyaz kanatlarla kapatanlar ve isimleri yerine sahiplerinin isimleriyle anılanlar ise ( mesela fredinki) damızlık kızlar.yüksek rütbeli erkeklere ait olan bu kadınların öncelikli görevi çocuk doğurmak. damızlık kızları eğiten, kahverengi elbiseli kadınlara teyze deniyor; bu yönetim şeklini içtenlikle destekleyen bu yaşlıca kadınlar, kalabalık eğitim merkezlerinin yönetiminden sorumlu. bir de ekonokadınlar var. daha alt seviyedeki erkeklere ait olan; evin bütün işlerini ve çocuk doğurma sorumluluğunu üstlenen bu kadınlar birleşik görevlerine uygun olarak mavi, yeşil, kırmızı çizgili elbiseler giyiyorlar. bu pozisyonlardan herhangi birini beğenmediyseniz, kolonilere giden kadınlara katılabilirsiniz. orada ağır işlerde çalıştırılır, kirlenmiş hava ve toprak yüzünden yavaş yavaş ölebilirsiniz. ya da jezebel olarak anılan kadınlardan biri olur, komutanların yasa dışı partilerinde fahişelik yapabilirsiniz. çoğu damızlık bu son saydığım gruplarda yer almamak için kaderlerine razı geliyorlar. komutanlara eşlerinin veremediği çocuğu onlar vermek zorundalar. kitapta anlatılan dünya radyasyon gibi bir çok şeyden kirlendiği için doğan çocukların hepsi sağlıklı doğmuyor ve bu çocuklara ne olduğunu kimse bilmiyor. kısacası ürkünç bir distopya sizi bekliyor.

liseden arkadaşlar

selçuk aydemir'i çalgı çengi, işler güçler gibi işlerinden tanırsınız. ama ben kitaplarıyla tanıdım kendisini. kitap eski mahalle arkadaşlıklarını anlatıyor. ama bu sefer araya lise de giriyor. selçuk ( bence bu karakter yazarımız.), mete, serkan ve ismet karakterlerinin arkadaşlıklarını görüyoruz. selçuk karakterinin kendinden yaşça büyük olan güneş karakterine olan aşkını, bunu itiraf ediş şeklini görüyoruz. kitaptaki dede karakterine bayıldım çok komik bir karakterdi. kitap beni kahkahalarla güldürdü. çok eğlendim okurken. muazzam bir kurgusu vardı. espirileri tam kıvamındaydı. çok bizden bir kitaptı. evde ikinci bahar yaşıyor ömrüm şarkısını söyleyerek kıymalı börek arayan bir insan daha ne kadar bizden olabilir ki. kitap hakkındaki yorumum bu kadar birazda alıntılara bakalım. "sevdiğinizi belli edin eğer etmezseniz başkalarına fırsat verirsiniz."
"beyazı, siyah olmadan göremezsin."
"her ne yapacaksan karşılıksız yap insandan en son bekleyeceğin şey yaptığının karşılığıdır."
"biri seni haddinden fazla eleştriyorsa gizli hayranlığından, haddinden fazla övüyorsa gizli hainliğindendir."
"sorma valla. kafası çalışan serseri ile uğraşmak zor. bu çok fena bir model. ezkaza selçuk geçse ülkenin başına sırf macera olsun diye ' alt tarafı bir duvar lan yıkar geçeriz,' deyip çin' e kadar dalar kökümüzü kazır bu. geçtim ülkeyi, küçükçekmece'ye muhtar yapın bunu ne yapar eder yine savaşa sokar bizi. çocuk hiperaktif ille bir macera olsun istiyor."

uçurtmayı vurmasınlar

uçurtmayı vurmasınlar kitabının hikâyesi, annesi ile birlikte ceza evine mahkûm edilen barış’ın, orada ona en yakın arkadaşlık eden inci ablasına yazdığı mektuplardan oluşuyor. zaman zaman güldüren zaman zaman hüzünlendiren, ama hepsinin sonunda düşündüren soruları ile bir çocuğun dünyasına adım atarken, uçurtmayı vurmasınlar kitabı ile tutukluların dünyasında da kendimizi buluyoruz.barış, en yakın arkadaşı inci'nin sessiz sedasız cezaevinden çıkması ile ona mektuplar yazmaya başlar. inci ona bir söz vermiştir. giderken onu da yanında götürecektir. ancak barış'ın hayalini kurduğu gibi olmamıştır. dışarısı hakkında çok az fikri vardır barış'ın. babası bir keresinde onu ve annesini ziyarete geldiğinde dışarı çıkarır. o zaman ilk defa simit yer ve bu lezzetten sık sık bahseder. babası artık görüş günlerine de gelmemektedir. barış bunun yokluğunu çok vurgulamasa da annesinin geceleri dinmek bilmeyen gözyaşlarından bahseder mektuplarında.barış sık sık mektup yazmasına rağmen inci'den cevap gelmeyince çok üzülür. koğuştaki kızlar demir parmaklıklardan geçmediğini ve bu nedenle mektupların yerine ulaşamadığını söylerler. her mektup postalanmadan önce cezaevi yetkililerince okunmaktadır ve onlara göre barış'ın mektupları uygunsuzdur. bu sefer kızlar barış'ın mektupları ulaşabilsin diye onun adına ağır üsluplu barış'ın tek bir kelime anlamadığı mektuplar yazarlar. bu mektuplara cevap gelir ve barış buna anlam veremez.  annesinin rahatsızlanması sebebiyle hastaneye gittiklerinde barış da dışarı çıkma fırsatı bulur. onlarla birlikte gelen askerlerden biriyle gezer. gökyüzünde bir uçurtma görmesi üzerine barış askerden uçurtmayı vurmamasını ister. bu sözler askerin gözlerinin dolmasına neden olur. "bak uçurtma kaçmış!"
"hani bakayım! nereden kaçmış?"
"bizim göğümüzden kaçmış. ama sakın onu vurma!"
"nevin diyor ki: kuşlar bizim için yakalıyormuş güneşin son ışıklarını. biz günbatımını onların kanatlarında görelim diye. kuşları çok seviyorum o yüzden."

bangır bangır ferdi çalıyor evde

öyle bizden, öyle içten öyküler varki çok hoşuma gitti. bizim evde de ferdi çalardı çok. annem çok sever imzalı fotoğrafı da varmış ama ordan oraya taşınırken kaybolmuş. bu kitapta kendinizden ailenizden çok şey bulacaksınız. kitabı okurken yeri geldi güldüm, yeri geldi ağladım ve hüzünlendim. zaten bu kadar içten yazılan bir kitabı, bu kadar içten olan bir insan önerebilirdi çok teşekkür ederim cancağız iyi ki varsın . şimdi sizi beni duygulandıran o satırlarla başbaşa bırakıyorum.
"her şeyin biteceği hakikatini aklına getirmeyebilecek kadar çocuk olmak ne büyük mutlulukmuş meğer."
"maalesef' diye başladı söze. maalesef, beyaz bir kağıdın tam ortasına damlayan kocaman bir mürekkep lekesi gibi düştü içime.
sanki iki göğsümün ortasında bir yer, içine sıcak su dökülmüş çay bardağı gibi patladı, kırıkları ciğerlerime battı sanki."
"nefes alamaz olduk.
ve bitti, gitti.
hiç kimseyi sevemedim ondan sonra,
bir kendimi sevdim,
dönmeye kalkarsa beni bıraktığından da iyi bulsun diye."
"ölünce nasıl da eşyalaşıyor, şeyleşiyor insan."
"şüphe insanın içini kemiren bir kurt doktor, çürütene kadar kemirir; sonra sen o pis kokuyu karşındakinden geliyor sanırsın."
“abim atatürk’ü çok severdi, bense allah’ı. babam, annemi ve galatasaray’ı severdi, annem de ringo’yu. babam yorgun bir adamdı. gündüz vardiyasındayken her gün, çalıştığı taşocağında sanki onca kayayı sırtına vurup ordan oraya sürüklemiş gibi, kalan son canıyla eve gelir, çoğunlukla da tek kanallı televizyonun bitmek bilmeyen ana haber bülteni sona ermeden uyuyakalırdı, akvaryumun karşısındaki ikili koltukta.”
"şimdi sen, o yalnızca filmlerde gördüğüm tuhaf aletlere bağlı yatıyorsun camın arkasında, bir buçuk metreyi bulmayan bedeninle. başının üstündeki ekranda bir şeyler yanıp sönüyor, nefesini bile bir alet alıyor senin yerine. annen telaşlı, ben belli etmemek için bu not defterine bir şeyler karalıyorum. kadınlar hep olmadık zamanlarda gitmeyi severler, biliyorum. biliyorum, kimi sevsem en son hatırladığım görüntüsü gidişi olur."

ruhi mücerret

murat menteş'e ruhi mücerret ile başlama demişti arkadaşım.iyiki de onu dinledim ve dublörün dilemmasıyla başladım yoksa bu yazarı sevemeye bilirdim. bu kitap aslında yazarın son kitabı olarak gözüküyor ama ilk kitap vasatlığı var üzerinde. tamam biliyorum bazı ilk kitaplar süper olur ve yazar bir daha onun kadar iyisini yazamaz ama ruhi mücerret öyle değil. hani yazar ilk kitabını yazarken heyecanlanır şundan da bahsedeyim, şunuda unutmamak lazım der ve herşeyi yazar ya kitap karman çorman olur sonra düzenlemeye çalışır ama kitap bu karmaşıklıktan izler taşır işte kitap öyleydi benim için. karakterlerin hikayesi güzeldi. ama gereksiz uzatılmış gibi geldi bana. yazarın betimlemeleri çok hoş, bölüm başlarındaki aforizmalarda özenle seçilmiş ama gel gelelim ki beğenemedim. kitabın konusundan bahsedecek olursam. istiklal gazisi 100 yaşındaki ruhi mücerret en yakın arkadaşının vasiyetini yerine getirmek için yaşamaktadır. masum ciciyi bulmak ve icabına bakmak hayattaki tek amacıdır. bu yolda yeni arkadaşı olacak civan kazanovayla tanışır. civan kazanova ruhunu şeytana, beyninide masum ciciye satmıştır. civan kazanova beynine yerleştirilen çip sayesinde reklam sloganlarından başka birşey konuşamaz hale gelmiştir ama burdan aldığı parayla yeğenini kanserin pençesinden kurtarır. şimdi siz alıntılarla bırakıyorum.
"hayatın hazırlık aşaması ömür boyu sürer.tam yaşamaya başlayacağın sırada sahadan şutlanırsın."
"umut, gerçeklerle; umutsuzluk ise hayatla bağını gevşetiyor insanın. kaderime tebelleş, vicdanıma musallat olan hamakat, rezalet vaat ediyor."
"zirveyi mesken tutmak kimsenin harcı değildi. uçurumun dibini boylamadan önce manzaranın tadına varmaya bakıyorum."
"cennete ve cehenneme inanıyorum, çünkü ikisi de bu dünyada mevcut.”
“ilginç.”
“evet. bu nedenle, mezar taşıma *hayat devam ediyor’ yazdıracağım.”
“çok şakacısınız.”
“değilim, espritüelim. espri, hakikate yaklaşmanın; şaka ise gerçeklerden kaçmanın yoludur.”

sense8

dizimiz sense8. bilimkurgu türünde olan bu dizi benim favoriler listemde yerini aldı. yaratıcılığını wachovski kardeşler yapıyor. dizi 2 sezondan oluşuyor. her bölüm 60 dk. sense8, 8 farklı coğrafyada birbirinden farklı 8 kişinin akıl almaz bir şekilde birbirlerini hissetmesiyle başlayacak ve aynı zihinleri, bilgileri, yetenekleri paylaşmalarıyla ilginç bir hal alacak. bu 8 kişi tek bir ruh haline bürünerek birbirlerinin yeteneklerini paylaşabildiklerini fark ettiklerinde kimileri bir araya gelmeye çalışırken kimileri ise birbirini öldürmeye çalışacaktır. olaylar riley ve will’in zihinlerinde canlanan yerde buluşmalarıyla başlayacak ve herkesin bu gizemi çözmeye çalışması ile devam edecektir. karakterlere gelecek olursak:
*sun bak- seoul:kore’de erkek kardeşiyle birlikte yönettikleri şirkette müdür olarak çalışan bir iş kadını ve iyi bir dövüşçüdür.
*kala dandekar-mumbai:ailesi istediği için sevmediği bir adam olan rajan rasal ile evlenmek durumunda kalan hintli dindar bir kız. aynı zamanda eczacıdır.
*capheus van damme- nairobi:
afrikalı bir otobüs şoförüdür.
*lito rodriguez-mexico city:meksikalı bir dizi yıldızıdır. hernando adında bir erkek arkadaşı vardır.
*nomi marks-san francisco:amanta adında bir kız arkadaşı olan transseksüel amerikalı bir blogger. *riley blue-londra:londra’da gece kulübünde dj olarak çalışan irlandalı bir kız. en büyük problemi ise bir zamanlar uyuşturucu ticaretinde etkin bir rol oynamasıdır. kendisini annesinin, eşinin ve kızının ölümü için sıkça suçlamaktadır.
*will gorski-chicago:amerikalı bir polistir. ekibin kurtarıcı karakteri olan gorski, elinden geldiğince arkadaşlarını kötü olaylardan korumaya çalışmaktadır.
*wolfgang bogdanov-berlin:yakın arkadaşıyla birlikte yaşayan ve organize suçlar peşinde olan alman bir hırsız. ben lito karakterine bayıldım. çok komik bir karakter. sun karakteri ise çok cool bir karakter. kala tam ben panik, naif bir karakter. kendime nomi nin zekasından sipariş etmek istiyorum. o final. kafamızda deli sorular kala kaldık. neyse ki 2 saatlik bir final çekilecek.
  • /
  • 4

c. s. lewis

belfast, irlanda doğumlu, irlandalı yazar ve öğretim görevlisi. (bkz:aslan, cadı ve dolap)

doktorlar

yakin bir zamanda tv 8 in diziyi basindan alfigi eski bir dizi klasigimizdir.

beş sevim apartmanı

okurken gerildiğim, türk kadın yazar mine söğüt'ün yazdığı mükemmel bir korku-gerilim kitabıdır. bolca yalan okuyacaksınız e tabi gerçekleri de okuyacaksınız ve kendinizi kahramanların yerine koyduğunuz zaman acaba bende deli miyim diye düşüneceksiniz. kesinlikle okumanızı tavsiye ederim.

körlemesine buluşmalar

iradesiz bir kızın saçma öyküsü. sevdim ama sevemedim diyorum yani allah aşkına 200 gününüz varken kilo veremez misiniz? tamam zayıflamak basit bir şey değil ama ufacık şeyden nem kapıp da deli gibi abur cuburlara dalmak nedir abi ya.

cingöz recai

başladığı gibi biteydi dediğim filmdir. yerli james bond havası vardı ama dediğim gibi başlangıçtaki o giriş sahneleri, çekicilik zaman ilerledikçe tatsızlaştı. film bittiğinde ben ne izledim dedim. o kadroyla, bir de peyami safa'nın müthiş eseriyle sonuç karşılaştığı zaman hevesiniz iğne yemiş balon gibi sönüyor. olaylar çok hızlı gelişiyor ki aklınızda bir sürü anlamlandıramadığınız olay kalıyor. zaten meryem uzerli'yi pek sevmem ama oyunculuğu allah var iyidir dediğim bir oyuncu fakat bu filme pek yakıştığını söyleyemeyeceğim. ha benim zamanım var izlerim diyorsanız izleyin, yorumlarınızı da girin ki başka kişilerin fikirleri nasılmış ben de öğreneyim.

kurt ve kız

izlediğim güzel bir kurtadam filmiydi. kitaptan uyarlanmış bir film ve fantastik tür sevenlerin hoşuna gideceğini düşünüyorum. konusu ise gözden uzak bir köyde kurtadam yıllardır köye saldırmamıştır fakat bir gün kızımızın ablası öldürülür. sonrasında ise kurtları öldürdüğünü, insanları koruyabileceğini söyleyen pedere haber verilir. ama filmin sonunu tam tahmin ettim derken ters köşe olma garantisi verebilirim.

denizin külleri

gizem kayahan'ın 17 yaşında yazdığı kitabı. geçmişin ağırlığı altında ezilen kontes vivian ile londra'nın çapkın dükü steven'ın ihtiraslı aşk hikayesi.

Toplam entry sayısı: 32

house m.d.

house m.d uzun soluklu olarak izleyip sıkılmadığım ilk dizidir. toplam sekiz sezon olan bu dizinin toplam bölüm sayısı 176 dır. her bölüm yaklaşık 45 dk. house m.d medikal drama türünün öncü dizilerinden biridir benim için. konusuna gelecek olursak. yakın zamanda kaza geçirip bir bacağının işlevsiz kalması sonucu topal kalan doktor gregory house new jersey'deki princeton plainsbaro hastanesinde bulaşıcı hastalıklar ve nefroloji konusunda uzmandır. tibbi tanı adı altında bir bölümü vardır. bu bölümde üç kişilik ekibiyle kimsenin teşhis edemediği hastalıkları semptom semptom ele alarak çözmeye çalışırlar. başları sıkıştığı zaman house'un en iyi arkadaşı onkoloji uzmanı doktor wilson yardımlarına koşar.bir nevi tümevarım sanatını kullanırlar. geçirdiği bu kaza sonucunda sık sık ağrılar çeken house vicodin kullanmaktadır. bu ilaç nörolojik bir ağrı kesicidir. house nekadar kabul etmese de bu ilacın bağımlısı olmuştur. bu dizi gördüğünüz gibi sherlock'un medikal versiyonu. taklit değil kesinlikle süper bir dizi.bu diziyi izleyin şiddetle tavsiye ediyorum. benim favori karakterlerim. house ve wilson hariç. thirteen ve kutner. peki siz bu diziyi izlediniz mi? favori karakterleriniz kim veya kimler?
house'un en meşhur sözleri ise.
ıt's not lupus
everybody lies.

şahsiyet

şahsiyet ülkemiz de iyi orjinal dizi yapılabileceğine dair çok büyük bir umuttur. konu olarak, süre olarak ve çekim tekniği olarak harikulade bir dizi örneği. oyunculuklar muazzam. polisiye dram türünde bir dizi polisiye denince benim için akan sular durur. kolay kolay da polisiye beğenmem ama bu diziye bayıldım. jeneriği beni benden aldı sürekli dinliyorum bağımlısı oldum resmen. diziyi izlemeye hakan günday'ın senaryosunu yazdığını duyduğum da karar verdim. agah, nevra ve deva karakterleri çok iyi yazılmış. deva yı oynayan oyuncuya bayıldım. izlenesi dizi.

butimar

selam arkadaşlar ben yeniyim buralarda ilk başlığımı en sevdiğim kitaba açmak istedim. butimar adını pers mitolojisindeki bir kuştan alıyor. bu kuş aşık olduğu zaman uçmazmış ve denize aşık olduğu zaman ise denizden bir yudum içmezmiş ona olan aşkından.öylece seyredermiş denizi susuzluktan ölene kadar.kitabın konusuna gelecek olursak. kitap bir psikiyatr'ın öyküsüyle başlıyor. bu psikiyatr modern hayatın içinde yanlızlaşmış bir karakteri sunuyor bize. bu yanlızlığı yüzünden delirmiş bir karakter, hastalarıyla birlikte vakit geçirmeyi seven, yeri geldimi çarşaf giyip nişantaşında insanlara sorular sorup gözlem yapan bir karakter. kendisi rüyalarıyla başka dünyalara kapı açabileceğine inanıyor ve bunun üzerinde çalışmalar yapıyor ve biz kendimizi bir anda yüzyıllar öncesinde revan da buluyoruz. burda çok iyi dost olan yusuf ve behzadla tanışıyoruz. onların sarı menderesedeki hayatlarına şahit oluyoruz. hocaları ali garbiyle tanışıyoruz, onun derin düşüncelerini dinliyoruz. sonra yusuf aşık oluyor, rüyalarında gördüğü o kızı bulmak için kafesinden kaçıyor, başka diyarlara yol alıyor. sonra insanoğlunun elde etmesi imkansız şeylere olan düşkünlüğünü ve bu arzuları gerçekleşince elde ettikleri herşey gibi bunuda bir köşeye atmasını ve unutmasını okuyoruz. sonra modern bir santiago okuyoruz, hazinesini bulmak için nice yollar aşan ama hazinesinin burnunun dibinde olduğunun farkına varamayan deliliğe sürüklenen bir karakter okuyoruz. bu yolda karşısına çıkan ve onu uyaran bir çok karakter görüyoruz. bir kitapçı, gelecekten geldiğini söyleyen bir karakter ama hiçbiri yusufu bu yoldan caydıramıyor. hazin bir şekilde son bulan bu hikayeden sonra yeniden psikiyatr'ın hikayesine geçiyoruz ve ucu açık, birçok soru işareti bırakan bir sonla bitiriyoruz kitabı. yazar bize roman içinde roman sunuyor. bunu diğer romanında da gördük. romanını masallar ve efsanelerle de destekliyor. çok güzel insan tipolojileri çıkarıyor önümüze. sizde bu kitap hakkında görüşlerinizi yazarsanız sevinirim.

kanaga


yeni başlayacak bu türk dizisi hakkında ne düşünüyorsunuz? acaba bizde artık dizi sektöründe birşeyler başarabilecekmiyiz?
konu bakımından beni çok etkiledi. bakalım başlayınca neler olacak.

uzakların şarkısı

bu gün sizlerle uzakların şarkısı kitabı üzerine konuşacağım. kitabımız geçmiş ve geleceğin bir arada olduğu, masalsı ve fantastik öğeler bulunduran, osmanlı döneminde ve günümüzde geçen bir kitap. kitabımızın başkahramanı bir papağan adı zencefil. gülbadem ise onun dostu, gağası. biz okuyucu olarak ikisinin başından geçenleri okuyoruz.yazar öyle bir kurgulamış ki romanı beni içine hapsetti. günlerce zencefil ile gülbadem ile ordan oraya gezdim. karakterlerin hepsine ayrı bayıldım. kitap öyle bir sonla bitti ki ruhumda bir boşluk oluşturdu ve ağlamak istedim. herşey anlamını yitirdi benim için. çünkü kitap özüme işledi. hem sonunu merak ettim, hemde bitmesin istedim. bittiğinde böyle bitemez diye haykırdım. çünkü kitap bittiğinde, zencefil olmuştum, gülbadem ve ipek böceği olmuştum. belki onlarda ben olmuştu. kaynamıştık birbirimize ayrılamayacak bir şekilde. o turuncu yağmurlar kalbimin orta yerine yağdı sanki, kalbim savunmasız kaldı.bu kitabın yazarıyla oturup zamanın akmadığı bir yerde konuşmak, dertleşmek ve başımı omzuna yaslayıp ağlamak istiyorum. sanki yıllardır aradağım şey bu kitapmış gibi hissediyorum. yazar'a sarılıp bu kitabı yazdığı için ağlayarak teşekkür etmek istiyorum. iyi ki ülkemizde böyle yazarlar var. sığınacak bir limanım daha oldu. bu yazarın peşini bırakmayacağım. " yaşamak ile var olmak aynı şeyler değil. aralarında sonsuz bir boşluk var ve hepimiz o boşluğun içerisinde debeleniyoruz. aynı çerçevenin içinde sırtımızdaki türlü yüklerle, omzumuza mühürlenmis ucu kim bilir kimin elinde olan iplere bağlı olarak bıkmadan, usanmadan aynı oyunları oynamaya devam ediyoruz. sahnede bizi eğlendirene bakıp " bu benim!" diyerek yaralarımıza gülüyoruz.
oysa bizi sahneye çıkarıp iplerimizi ileri geri oynatmak istediklerinde, dişlerimizle koparmalıydık o ipleri. dişimiz kırılırdı; en fazla kolumuz, bacağımız. neticede kukla değil miyiz, ne fark ederdi ki bizim için. ama yapamadık işte. çünkü biz insanız; zayıfız, riyakarız, korkağız, alçağız!"

butimar

selam arkadaşlar ben yeniyim buralarda ilk başlığımı en sevdiğim kitaba açmak istedim. butimar adını pers mitolojisindeki bir kuştan alıyor. bu kuş aşık olduğu zaman uçmazmış ve denize aşık olduğu zaman ise denizden bir yudum içmezmiş ona olan aşkından.öylece seyredermiş denizi susuzluktan ölene kadar.kitabın konusuna gelecek olursak. kitap bir psikiyatr'ın öyküsüyle başlıyor. bu psikiyatr modern hayatın içinde yanlızlaşmış bir karakteri sunuyor bize. bu yanlızlığı yüzünden delirmiş bir karakter, hastalarıyla birlikte vakit geçirmeyi seven, yeri geldimi çarşaf giyip nişantaşında insanlara sorular sorup gözlem yapan bir karakter. kendisi rüyalarıyla başka dünyalara kapı açabileceğine inanıyor ve bunun üzerinde çalışmalar yapıyor ve biz kendimizi bir anda yüzyıllar öncesinde revan da buluyoruz. burda çok iyi dost olan yusuf ve behzadla tanışıyoruz. onların sarı menderesedeki hayatlarına şahit oluyoruz. hocaları ali garbiyle tanışıyoruz, onun derin düşüncelerini dinliyoruz. sonra yusuf aşık oluyor, rüyalarında gördüğü o kızı bulmak için kafesinden kaçıyor, başka diyarlara yol alıyor. sonra insanoğlunun elde etmesi imkansız şeylere olan düşkünlüğünü ve bu arzuları gerçekleşince elde ettikleri herşey gibi bunuda bir köşeye atmasını ve unutmasını okuyoruz. sonra modern bir santiago okuyoruz, hazinesini bulmak için nice yollar aşan ama hazinesinin burnunun dibinde olduğunun farkına varamayan deliliğe sürüklenen bir karakter okuyoruz. bu yolda karşısına çıkan ve onu uyaran bir çok karakter görüyoruz. bir kitapçı, gelecekten geldiğini söyleyen bir karakter ama hiçbiri yusufu bu yoldan caydıramıyor. hazin bir şekilde son bulan bu hikayeden sonra yeniden psikiyatr'ın hikayesine geçiyoruz ve ucu açık, birçok soru işareti bırakan bir sonla bitiriyoruz kitabı. yazar bize roman içinde roman sunuyor. bunu diğer romanında da gördük. romanını masallar ve efsanelerle de destekliyor. çok güzel insan tipolojileri çıkarıyor önümüze. sizde bu kitap hakkında görüşlerinizi yazarsanız sevinirim.

house m.d.

house m.d uzun soluklu olarak izleyip sıkılmadığım ilk dizidir. toplam sekiz sezon olan bu dizinin toplam bölüm sayısı 176 dır. her bölüm yaklaşık 45 dk. house m.d medikal drama türünün öncü dizilerinden biridir benim için. konusuna gelecek olursak. yakın zamanda kaza geçirip bir bacağının işlevsiz kalması sonucu topal kalan doktor gregory house new jersey'deki princeton plainsbaro hastanesinde bulaşıcı hastalıklar ve nefroloji konusunda uzmandır. tibbi tanı adı altında bir bölümü vardır. bu bölümde üç kişilik ekibiyle kimsenin teşhis edemediği hastalıkları semptom semptom ele alarak çözmeye çalışırlar. başları sıkıştığı zaman house'un en iyi arkadaşı onkoloji uzmanı doktor wilson yardımlarına koşar.bir nevi tümevarım sanatını kullanırlar. geçirdiği bu kaza sonucunda sık sık ağrılar çeken house vicodin kullanmaktadır. bu ilaç nörolojik bir ağrı kesicidir. house nekadar kabul etmese de bu ilacın bağımlısı olmuştur. bu dizi gördüğünüz gibi sherlock'un medikal versiyonu. taklit değil kesinlikle süper bir dizi.bu diziyi izleyin şiddetle tavsiye ediyorum. benim favori karakterlerim. house ve wilson hariç. thirteen ve kutner. peki siz bu diziyi izlediniz mi? favori karakterleriniz kim veya kimler?
house'un en meşhur sözleri ise.
ıt's not lupus
everybody lies.

kanaga


yeni başlayacak bu türk dizisi hakkında ne düşünüyorsunuz? acaba bizde artık dizi sektöründe birşeyler başarabilecekmiyiz?
konu bakımından beni çok etkiledi. bakalım başlayınca neler olacak.

mahalleden arkadaşlar

selçuk aydemir. siz belki kendisini kardeş payı, işler güçler gibi yapımlardan tanıyor olabilirsiniz ama ben onunla kitapları ile tanıştım. ( yani hiçbir projesini izlemedim. lütfen taşlamayın listeme ekledim izliyicem.) yazar bu kitabı ferhan şensoy'un üvey kitabı sayıyor. ben daha önce hiç ferhan şensoy okumadım ama bu kitabı çok sevdim yakın zaman da ferhan şensoy'da okumayı düşünüyorum. kitap çok samimi bir mahalle arkadaşlığını anlatıyor. selçuk, serkan, mete üç iyi arkadaşlardır. mahalle'de ismet adında bir çete reisi bulunmaktadır. bu ismet selçuğun idolü haline gelmiştir. selçuk ismet'e gider ve onuda çetesine almasını ister. ismet kabul etmez. buna sinirlenen selçuk alır yanına en iyi arkadaşlarını kendi çetesini kurar. işi bir üst levele alıp para kazanmaya bile başlar. niyet kutusu işine girer. insanlardan para alıp onlara kurdan çıkan hediyeleri verir. mete ve serkan'a pazar'da soğuk su ve limonata bile sattırır. iyi para'da kazanırlar. ama ismet bunlara sinir olur ve ortalık kızışır. aksiyonu ve gülücüğü bol bir mahalle tiyatrosu. işte böyle bir kitaptı

şahsiyet

şahsiyet ülkemiz de iyi orjinal dizi yapılabileceğine dair çok büyük bir umuttur. konu olarak, süre olarak ve çekim tekniği olarak harikulade bir dizi örneği. oyunculuklar muazzam. polisiye dram türünde bir dizi polisiye denince benim için akan sular durur. kolay kolay da polisiye beğenmem ama bu diziye bayıldım. jeneriği beni benden aldı sürekli dinliyorum bağımlısı oldum resmen. diziyi izlemeye hakan günday'ın senaryosunu yazdığını duyduğum da karar verdim. agah, nevra ve deva karakterleri çok iyi yazılmış. deva yı oynayan oyuncuya bayıldım. izlenesi dizi.
Henüz takip ettiği biri yok.
Henüz takip eden biri yok.