modern iran edebiyatının kurucularından sâdık hidâyet'in, 1936'da bombay'da yayımladığı başyapıtı, kendi deyişiyle "özenle hesaplanmış, net, bilinçli etkilerle dolu" ve "her sayfası bir partisyon gibi düzenlenmiş" kör baykuş (bûf-i kûr), öteki yapıtları gibi, pek çok dile çevrildi, pek çok ülkede pek çok yazarı etkiledi.
der arka kapak.
arka kapak yazısı:
mutluluğun kapını çalmasını bekleme, sen ona git.hayatını değiştirecek roman bu işte!
bir düşünün. intihar etmek üzeresiniz. bir adam hayatınızı kurtarıyor, ama karşılığında sizinle bir anlaşma yapıyor. bundan sonra o ne söylerse sorgusuz sualsiz yapacaksınız. kendi iyiliğiniz için... çaresiz, kabul ediyorsunuz ve hayatınızın iplerini tıpkı bir kukla gibi başkasının ellerine bırakıyorsunuz. ve hayatınız eskisinden çok daha güzel oluyor. yine de şüpheleriniz var: bu adam aslında kim? çevresindeki gizemli kişilerin sırrı ne? sizden aslında ne istiyor?
tanrı daima tebdil-i kıyafet gezer, kendi kendimize koyduğumuz engelleri, korkularımızı ve önyargılarımızı nasıl aşacağımızın, kaderimiz sandığımız mutsuz bir yaşamı, bizi mutluluğa götüren bir yolculuğa nasıl dönüştüreceğimizin hikâyesi.
bazı alıntı yorumlar:
"laurent gounelle bir mutluluk fabrikatörü... eğer mutluluğun bir reçetesi varsa, gounelle o reçeteyi biliyor olmalı." le figaro
"insanın kendini arayışı ve başkasını anlaması hakkındaki bu benzersiz roman, kendine güven ve özgürlük üzerine işe yarar tavsiyeler veriyor." france soir
"sürükleyici ve kolay okunan bir kitap. hem iyi bir kişisel gelişim kitabı hem de güzel bir roman. bayıldım!" critiques libres
arka kapak yazısı:
ne gariptir ki, imparatorluğun çöküşünün ilk izlerini görmesi, ihtiyarlığı andırır endişeli bir sıkıntıyı ilk hissedişi de sultan'ın dönüşüne rast geliyordu, belki de eski karısı geri gelmese imparatorluğun çöküntüsünü bu kadar çabuk görmeyecekti. sabaha kadar, uzun gecelik entarisiyle konağın içinde dolaşmış, biraz serinleyebilmek için bahçeye çıkmış ve acının da çeşit çeşit olduğunu keşfetmişti; terk edilmekle özlemek başka başka acılar yaratıyordu. kaybetmenin acısıyla kavuşamamanın acısı birbirine benzemiyordu; karısı kendisini terk ettiğinde onu bir daha göremeyecek olmanın kederine, kırılan gurununun ve kendisini alaycı bakışlarla süzen gözlerin yarattığı aşağılanmışlık duygusu da karışmıştı. şimdi özlerken ise ıstırap çırılçıplak ve katışıksızdı, bu nedenle de daha sarsıcı; tek tesellisi bunun ilk acı kadar uzun sürmeyeceğini bilmekti. "eğer seversen, hissediyorsun," demişti osman'a, bunu öyle bir söylemişti ki, osman anlamıştı ne demek istediğini; gerçek bir sevginin hiç bitmediğini, hiç ölmediğini, azalsa da hiç yok olmadığını osman bu tuhaf, bu manasız cümleden öğrenmişti. aynı acıyı babasından bir miras gibi tevarüs eden hikmet bey ise, ölmeden önce, hatıratına, biraz da edip arkadaşlarının etkisiyle daha edebi yazmıştı bu konudaki duygusunu: "hakiki aşk kılıç yarası gibidir, yara kapansa da izi mutlaka kalır."
kitap genel olarak güzeldi; osmanlı döneminin sonlarını anlatıyor. ittihat ve terakki cemiyeti falan da giriyor hatta romana. o dönemlerin işleyişini okuyorsunuz. tarihe hiç ilgisi olmayan biri için ağır ilerleyen bir kitap sayılabilir. doğal olarak içinde ağır gelebilecek osmanlı zamanından kalma kelimeler de var; şahsen ben okudukça kelimelere alıştım. tarih anlatan kitapları zaten severim. belki de o yüzden.
kitabın başlarında karakterlerin çok olmasından dolayı "noluyo ya" diye bi sorgulamadım değil ama okudukça oturmaya başladı, karakterler kendine has olduğundan dolayı ayrım yapmakta zorlanmadım. ancak "osman" karakteri ve ölüleri bana biraz gereksiz geldi. sade bir tarih kitabı da olabilirdi bu.
bir de bir mehpare hanım var ki kitabın yarısı onun güzelliğinden bahsediyor olabilir. mehpare hanımlı bölümlerde cinsel içerikli kısımlar yoğunluktaydı. bu tarz romanlardan rahatsız olanlar okumasın derim. "yok canım" diyenler içinse; tarihe ilginiz varsa keyifli okumalar diyorum.
"bir sabah uyanıp kendini hamam böceğine dönüşmüş bulan gregor samsa, kafka'nın tüm iç dünyasını yansıtıyor. ayrıca, bürokrasi ve iş çarkının, yüzyılımız insanını böceğe ya da 'robot'a dönüştürdüğünü, hepimizin birer 'gregor samsa' olduğumuzu kavrayamazsak, biz dünyaya değil dünya bize bakıyor olmaz mı?" demiş tezer özlü
arka kapağında verdiği bilgiye göre de;
tüm zamanların en büyük aşk klasiklerinden ve başyapıtlarından biriymiş.
yayımlandığı yıllarda pek çok intihar olayının yaşanmasına sebep olmuş.
mektuplardan oluşuyormuş ve goethe'nin yaşamını da göz önüne seriyormuş.
her ne kadar aşk kitabı olsa da, toplumsal eleştiri de barındırıyormuş.
hepimiz birilerini sevmişizdir ya da bi'takım hisler hissetmişizdir. fakat bu kitabın kahramanı werther kadar yoğun ve hassas değildir. ince ruhlu bir insan nasıl yaşayan bir acıya dönüşür bunu kitabın başından sonuna görmek mümkün.
kitabın günümüzü konu almıyor olması daha hoş, zira bu devirde böyle bir sevgiyi bırakın hoş görüyle karşılamayı; dalgaya alacak ve gülüp geçecek insanlar dolu muhtemelen.
"goethe gerçekten büyük bi yazar, helal" diyor insan.
yazarı zana muhsen olan kitap. normalde bu tarz kitaplardan pek hoşlanmam, ama kitap ilgimi çekti. çünkü gerçek bir öykü, yazar kendi hayatını kaleme almış. fransa'da en çok satan kitapmış, tüm avrupa'da listelerin en başında yer almış, 18 dile çevrilmiş.
birçok dile çevrilmiş olmasının sebebini bitirdiğimde anladım, gerçekten yaşanmış bir olay olduğunu hissettiriyor. yer yer inanamıyorsunuz, "hangi çağdayız, yok artık" gibi tepkilerle yükseliyorsunuz. bu kitaptan sonra çağdaş köleliğe ve çevreye daha farklı gözle bakıyor insan. bir an olsun inancını kaybetmeyen iki kız kardeşin hikayesi su gibi akıp gitti desem yeridir. bittikten sonra googleda zana'yı cidden arattım, gerçek fotoğraflarına da denk gelince incelemeden edemedim. bunu yapacak tek kişi ben değilim biliyorum. kitabın sonu için ne siyah ne beyaz diyebilirim. gri içinde kalıyorsunuz. okuyun derim, çünkü bu kapalı cümleyi de ancak okuyanlar anlar.
yazarı esra pekin olan sel yayıncılık kitabı.
tüm karakterler iç ses olarak yazılmış. karakterlerin ne hissettiğini kendi ağızlarından dinler gibi olmak, onları daha iyi anlamak hoşuma gitti.
yaşadığını hissetmek için deniz koklamak isteyeni duymuştum ama, kendini keseni duymamıştım mesela. bunu bu kitapla öğrendim.
cümleler bana o kadar iyi geldi ki, normalde kitapları çizmeye kıyamıyor olmama rağmen kalemi elimden bırakamadım.
o cümlelerden biri arka kapakta yer alıyor misal; "kendine bir hayat edinmen gerekiyordu. edindin. edindiğin hayata tahammül gösterebileceğini sanmıştın. yanılmışsın."
yazarı laura esquivel olan, çok çok kısa sürede bitirdiğim kitap. başlarda ön yargılı başladığımı da belirtmek isterim.
kitabın ön kapağında yazan oldukça doğru; "içinde yemek tarifleri, aşk öyküleri ve kocakarı ilaçları bulunan roman".
gerçekten tam olarak da bu üçünden oluşan bir roman.
belki yemek tariflerine biraz ilgisi olan daha çok beğenebilir.
aile gelenekleri yüzünden aşkını dilediği gibi yaşayamayan ve acı çeken bir kızımız var romanda. bu kızımız sürekli yemek yapıyor. tarifler veriyor.
gözyaşlarının damladığı bir yemek var. bu yemeği yiyen herkes eski sevgilisini özlüyor hüzünleniyor vs. aşırı hoşuma gitti bu destansı hava.
doğaüstü olayları pek seven biri olarak, aklımdan çıkmayacak kitaplar listesine girdi acı çikolata.
yazarı kadın olan ve 28 öyküden oluşan, sel yayıncılık kitabı. (bkz:melisa kesmez)
olumlu düşüncelerimin yanında olumsuzları da barındıran kitap. misal;
3-5 öyküsünü beğenirim diye başladığım kitabın 3-5 öyküsünü beğenmedim.
yazarın dili gayet samimi ve yüksek ihtimalle bu geçmişi anlattığı kısımlarda kendi hayatınızdan kesitler bulacaksınız, aynı zamanda öykülerin "çat" diye bitişine sinirleneceksiniz.
bence; size "vaaov" dedirtecek ve tavsiye edeceğiniz bir kitap değil. ama metrobüste çok sayıda durak görmek zorunda kalıyorsanız okunabilir tabii.
"iyi ki bu kitabı okumuşum" gibi bir düşünce oluşmadı ama "ne kötü kitaptı, ilerlemedi" de değil. kitaplığımda kalacak.
yazarı laura esquivel olan, çok çok kısa sürede bitirdiğim kitap. başlarda ön yargılı başladığımı da belirtmek isterim.
kitabın ön kapağında yazan oldukça doğru; "içinde yemek tarifleri, aşk öyküleri ve kocakarı ilaçları bulunan roman".
gerçekten tam olarak da bu üçünden oluşan bir roman.
belki yemek tariflerine biraz ilgisi olan daha çok beğenebilir.
aile gelenekleri yüzünden aşkını dilediği gibi yaşayamayan ve acı çeken bir kızımız var romanda. bu kızımız sürekli yemek yapıyor. tarifler veriyor.
gözyaşlarının damladığı bir yemek var. bu yemeği yiyen herkes eski sevgilisini özlüyor hüzünleniyor vs. aşırı hoşuma gitti bu destansı hava.
doğaüstü olayları pek seven biri olarak, aklımdan çıkmayacak kitaplar listesine girdi acı çikolata.
yazarı zana muhsen olan kitap. normalde bu tarz kitaplardan pek hoşlanmam, ama kitap ilgimi çekti. çünkü gerçek bir öykü, yazar kendi hayatını kaleme almış. fransa'da en çok satan kitapmış, tüm avrupa'da listelerin en başında yer almış, 18 dile çevrilmiş.
birçok dile çevrilmiş olmasının sebebini bitirdiğimde anladım, gerçekten yaşanmış bir olay olduğunu hissettiriyor. yer yer inanamıyorsunuz, "hangi çağdayız, yok artık" gibi tepkilerle yükseliyorsunuz. bu kitaptan sonra çağdaş köleliğe ve çevreye daha farklı gözle bakıyor insan. bir an olsun inancını kaybetmeyen iki kız kardeşin hikayesi su gibi akıp gitti desem yeridir. bittikten sonra googleda zana'yı cidden arattım, gerçek fotoğraflarına da denk gelince incelemeden edemedim. bunu yapacak tek kişi ben değilim biliyorum. kitabın sonu için ne siyah ne beyaz diyebilirim. gri içinde kalıyorsunuz. okuyun derim, çünkü bu kapalı cümleyi de ancak okuyanlar anlar.
tam adı francis scott key fitzgerald olan en sevdiğim yazardır.
zelda fitzgerald ile evlidir. yazdığı romanları ve öyküleri zelda'ya ithaf etmesi bir yana, eserlerindeki karakterleri oluştururken zelda'dan ilham aldığı söylenir.
hayatında zelda ve ernest hemingway arasındaki bitmek tükenmek bilmeyen savaşta arada kaldığı zamanlar vardır.
midnight in paris (paris'te gece yarısı) adlı filmde scott ve zelda fitzgerald'a yer verilmiştir.
döneminin en iyi yazarlarından biridir.
aynı zamanda filmi çekilen "benjamin button'ın tuhaf hikayesi" nin sahibidir.
yazarı esra pekin olan sel yayıncılık kitabı.
tüm karakterler iç ses olarak yazılmış. karakterlerin ne hissettiğini kendi ağızlarından dinler gibi olmak, onları daha iyi anlamak hoşuma gitti.
yaşadığını hissetmek için deniz koklamak isteyeni duymuştum ama, kendini keseni duymamıştım mesela. bunu bu kitapla öğrendim.
cümleler bana o kadar iyi geldi ki, normalde kitapları çizmeye kıyamıyor olmama rağmen kalemi elimden bırakamadım.
o cümlelerden biri arka kapakta yer alıyor misal; "kendine bir hayat edinmen gerekiyordu. edindin. edindiğin hayata tahammül gösterebileceğini sanmıştın. yanılmışsın."
dizisini bir solukta izlediğim, hikayesine bayıldığım, henüz okumadığım fakat kapağına vurulduğum kitaptır.
dizisinin yapımcılarından biri de selena gomez'dir bu arada.